23 Temmuz 2015 Perşembe

Alternatif Roma Rehberi

Bu sene Roma'ya yolu düşen şanslı insanlardan biri misiniz, ne güzel.. Gitmeden önce açık hava sanat olan bu şehri gezmek yapılacaklar listesini hazırladınız; Collesum, Trevi, Vatikan sırayla ziyaret edecek yerleri belirlediniz, harika.. Belki de ikince kere gidiyorsunuz ya da şehri yaşayacak bol bol zamanınız var.. Öyleyse Roma'ya farklı bir gözle bakmak için bu liste işte sizin için geliyor.

1.  Roma akşam ışıkları ile daha güzel 

Bütün gün müzeleri, sokakları dolaştınız belki, akşam oldu ve çok yoruldunuz biliyorum, ama bir gecenizi yollara ayırmazsanız olmaz. Kasımpaşa'yı şaheser yapan ışıkların Roma'yı nasıl büyüleyici hale getirdiğine gözlerinizle şahit olun. Vatikan'dan  Castel San't Angelo'ya bağlanan yol ile başlayıp, San't Angelo köprüsünden Piazza Venezia'ya kadar yürüyün ve Colleseum'la geceyi bitirin.
Vatikan


Colleseum



2.  Halkın gözdesi Porta Portese Pazarı 
 
Günlerden Pazar'sa sabah erken kalkılır ve Porta Portese'nin yolu tutulur. Deri eşyalar, çantalar, ikinci el giysiler ve antikalarla dolu bu vintage zengini pazar içinde herkes illa ki sevdiği bir şey bulur. 1-2 euro'ya alıp bir kaç kere giyip atarım dediğim bütün kıyafetlerim hala benimle, Roma'dan almıstım diyerek hayran olunması da cabası :) Siz de sadece 14'e kadar açık olan bu pazara uğramak isterseniz Pazar günü Trastevere'ye giden H otobüsüne veya 8 numaralı tramvaya atlayın, ve Porta Portese'ye gitmek istediğinizi söyleyin, sonrasında kalabalığı takip edin ;)

3.  Şehrin kalbinde bir orman; Villa Borghese
 
Via Del Corso'yu bitirdikten sonra karşınıza çıkan Piazza Popolo'nun sağdaki merdivenlerinden çıktığınızda tepeden aşağıya doğru bir yeşil cenneti sizi bekler. Önce sizi karşılayan Roma manzarasıyla soluklanır, sonra parkın içine çekilirsiniz.



Ne yapılır burada derseniz; gittiği yerlerde spor yapmaktan hoslananlardasanız harika bir koşu, local gibi takılmak isterseniz keyifli bir piknik, yanınızda sevgiliniz varsa romantizm ya da bisiklet turu. Yalnızsanız gökyüzüne bakıp hayaller bile kurulur. Randevu alarak gidebileceğiniz galeri müzesi de cabası. Kesinlikle içinden defalarca geçilesi büyülü bahçe şehrin en huzurlu köşesi.

                         





                     


4. Pizza, makarna, dondurma.. Peki ya suppli? 

İtalya'nın harika bir mutfaga sahip oldugu süphesiz, siz de bundan bolca faydalanacaksınız orası kesin. Mutfak ana yemekleri ne kadar kendini sevdiriyor ise başlangaçlarıyla sizi şaşırtacak. Akdeniz mutfagı zaten yeni tanısmanıza rağmen önceden tanıyormus hissi uyandıran bir yabancı gibi hep, bunlardan biri de her trattorianın baş tacı olan kızartılmış pirinç dolması suppli. Suppli ve onlarca çeşit pizzanın en başarılı adreslerinden biri ise Vatikan civarındaki Pizzarium. Her köşe başında bulabileceğiniz suppli için ayaküstü lezzet molası verip yola devam etmek ise en keyiflisi.



5. Trastevere sokaklarında kaybolun

Her ne kadar bilinse de hala turistik popülerliğin biraz gerisinde kalan, belki de bu yüzden güzelliğini koruyan Trastevere'yi görmeden gelen Roma gezgini üzer hep bileni. Campo de Fiori'den başlayıp Ponte Sisto üzerinden geçerek ulaşabileceğiniz Trastevere girişinde yeşil büyük arabası ve ucuz menüsü ile semtin popüler restaurantı Carlo Menta karşılar sizi.

        



Trastevere'ye geldiğinizde arka sokaklarına atılmış küçük masalar ve labirent sokaklarının içerinden tepeye çıkan yokuşu takip edin,  Gianicolo Tepesi'nde başka bir açıdan Roma manzarasını seyderek soluklanıp şehri izleyin. Akşam üstü açılan meydanda açılan barlardan çikolata içinde shotlarınızı attıktan sonra, elde bir bira ile Ponte Sisto üzerinde geceyi sonlandırın.


http://www.familywelcome.org/roma-con-i-bambini/gianicolo/
Gianicolo Tepesi

6. Görünmeyen  gece hayatına adım atın

Gece 12'den sonra meydanlarda toplanan kalabalığın dışında dolup taşan sokaklar görmediniz ve  Roma'da gece hayatının yavaş olduğunu düşündünüz ama çok yanıldınız. Bilen bilir derler ya işte tam da öyle. En şık kıyafetleriniz ve topuklu ayakkabılarınızı geçirerek Piazza Navona civarındaki La Mansion'un yolunu tutun. Eğer giriş yapamazsanız bir diğer seçenek ise Spagna yakınlarında ki Gilda'yı deneyin. Gece 2'den önce giderseniz kimsenin olmamasına şaşırmayın ve 50 euro giriş ücretini gözden çıkarın.

Daha rahat ve salaş bir gece geçirmek istiyorsanız  metro A hattının Piramide durağına atın kendinizi. Büyük ihtimalle üniversiteli gençleri ellerinde içkileri ile burada bulacaksanız. Gidin tanışın 5 dakika sonra gitmeye hazırlanılan bir club partisine davet edilebilir ya da kalabalığı takip edebilirsiniz. Erasmus partilerinin de gözbebeği olan AKAB pek bir şey vaat etmese de geceyi boş geçirmemek için hareketli bir alternatif olabilir. Gece boyunca eğlenen gençler sabah 5'de ilk metro ile evlerine dönseler de siz saat başı olan night busları ya da yaklaşık 10 euroya taksiyle otelinize dönme şansına sahip olduğunuz bilgisini de verelim.

Küçük bir dipnot; "Open party" diye bir şey duyarsanız 10-15 euro karşılığında gece boyunca sınırsız içebilirsiniz.

7. Tarihe doyamayanlarla bir gün de Tivoli'de

Roma'yı bitirince çevrede keşfedilmeyi bekleyen ilk seçeneceğimiz Tivoli. Ponte Mammolo'dan (metro b hattının son durağı) kalkan otobüslerle en fazla 1 saat içinde ulaşacağınız şehir içinde görülecek şaheserlerden Villa Adriana ve Villa Gregoriana ile birlikte, 16. yy'da yaşayan  Kardinal adına yaptırılan Villa D'este tarihte yolculuğun canlı örneği.

 
 


Teraslardan akan şelaleleri, aslanlı yolu, devasa bahçesi ve içerisindeki küçük kilesisi ile ayrılmak istemeyeceğiniz büyüleyici bir saray burası. Unesco Dünya Miras listesinde yerini alan villa, Avrupa'da ki bir çok bahçe planlamasının ilhamı.


Villa D'este



8. Aşık olun

O nasıl olucak demeyin hiç. Yeryüzünün en romantik şehri üzerinde en flörtöz erkeklerle birliktesiniz. Her ne kadar efsane onların yakısıklılığı üzerine olsa da asıl nokta İtalyan'ların çok güzel aşık olmaları. O yüzden ayaklarınız kısa süre içinde yeniden yere ulaşacak bu kaçamak fırsatı karşınıza çıkarsa kaçırmayın.  Prenses olmasak da Audrey Hepburn'un muhteşem güzelliğiyle bütünleşen Roman Holiday filmi size ilham olsun :)







 
Read More

3 Haziran 2015 Çarşamba

Üstü Çöl Altı Bir Cennet; Sharm El Seyh

Kızıldeniz'de dalışın, kış ortasında yaz turizmin göz bebeği olan Sharm El Seyh'e yolculuk hikayemiz Pegasus'un direk uçuş açması ile başlıyor aslında. Böylece farklı bir medeniyetin içinde kendini bulmak için  en ucuz 2,5 saatlik fırsatı kaçırmadan yakalıyoruz.

Sharm El Seyh
                                       
Sharm El Seyh, Mısır ile İsrail savaşında İsrailliler tarafından işgal edilmesinin ardından 1980'lerde Mısır'a iade edilmiş. Bundan sonra doğal güzellikleri ile Mısır'ın turizm merkezi haline gelmeye ve gelişmeye başlayan bir şehir aslında. Bu geçen 35 yılda o kadar çok otel yapılmış ki şehrin bundan sonraki geleceğini görmek hiç zor değil. Biz oradayken bir çok yabancı ülkeden gelen yatırımcının büyük bir toplantı yaptığına dair söylentiye göre de halk olacaklardan çok umutlu.
Mart-Nisan-Mayıs ve Eylül-Ekim-Kasım aylarında ziyaret edilesi bu güzel şehirde Mısır poundu veya Amerikan Doları'nın kullanıldığını söylerek başlıyor, en çok akıl kurcalayan sorularla devam ediyorum ;)

1.Mısır tehlikeli değil mi ya ?

Şarm için kesinlikle hayır. Gerçek  nüfusun yarısından çoğunun turist olduğu, yerli halkın ise işsizlik nedeni ile turizmden geçimini sağlaması sebebi ile turiste saygılı ( arada çifte fiyat uygulaması yapsalarda) davrandığı bir şehir. Biz iki kız giderek herkesi şok etsek de Türkiye'ye gelen turistlerden daha rahat tatil yaptığımıza eminim ;) 

2. Aa Mısır vize mi istiyor ?
Evet. Ülkeye girişte Vize satma politakısını kaldırımasının haricinde başvuru için uzun bir süreç sizi bekliyor. Ben uçuş günü vizemi aldığım için en büyük tavsiyem en az 1 ay önce başvuru yapmanız. Mısır için vize başvurusu doğrudan konsolosluğa yapılıyor. Belgeleri topladıktan sonra sabah 10-12 arasında başvuru için belgelerinizi teslim ediyorsunuz. Yaklaşık 15 gün sonra belgeleriniz soruşturmadan dönüyor ve bu sefer konsolosluğa gidip vizenin işlenmesi için pasaportunuzu teslim ediyorsunuz. Sonra ertesi gün pasaportunuzu teslim almak için 15-17 arası yine konsolosluğa gidiyorsunuz.Vize 70 lira, istenilen belgelerde çok basit ancak gün ortasında sizin 3 kere Kuruçeşme'ye gelmenizi istiyorlar. O yüzden bir vize aracı şirket ile anlaşmak çalışan insanın tek kurtuluşu ;)

3. Gitmişken Piramitleri de görecek miyiz ? 
Hayır. Kahire'de olan Piramitleri görmek için 6 saatlik bir otobüs ya da bir saatlik uçak yolcuğu yapmanız gerekiyor. Ya da turizm acentaları 200$ a uçakla günü birlik Kahire turu düzenliyorlar. Biz toplam 3 günümüz olması sebebi ile kaçırdık ama kendi başına gidecekler için Kahire'nin kalabalık ve karışık bir şehir olduğunu da söylemekte fayda var. 

4. Nerde Kalınır ?

Şarm kıyı şeridi boyunca 5 yıldızlı büyük otelere sahip olmasına rağmen otellerin yoğunlaştığı üç ana bölge var; şehir merkezi olan Nama Bay, Soho Square çevresi ve Doğu şeridi. Bu kapsamda doğu şeridi şehir merkezine en uzak kısım, havaalanı ise üçünün ortasında yer alıyor. 

Naama Bay bölgesinin en gözde otelleri Rixos, Hyaat veya Sultan Gardens, Soho Square bölgesinde ise Four Seans Hotel, Savoy da kalabilir ya da Hilton veya Concorde Otel ile daha makul bir konaklama yapabilirsiniz. Bunlar benim için pahalı derseniz doğu kıyısında Radisson Hotel'de kalabilir veya 4 yıldızlı otellere bakabilirsiniz.

Concorde Front Otel

Otellerin havaalanında shuttle servisi olduğu için önceden otelinize varış saatinizi haber vermeniz süper olabilir. Yoksa bizim gibi gecenin ikisinde beyaz çarşaflı ve uzun sakallı bir taksiciyle kendinizi pazarlık yaparken de bulabilirsiniz.

100 $ dan 10 $ a fiyatı düşürdüm hikayelerine inanan biri olarak inadına pazarlık yaptıysak da taksilerde hiç bir şey düşüremedik. Belki bu bir efsaneydi belki de biz başaramadık, 20 $ dan aşağı taksi parası ödeyemedik.

5. Yemekler çok kötü dedi bizim arkadaşlar? 

Mısır mutfağının biraz yağlı ve baharatlı olduğu doğru ancak kaldığınız otel muhtemelen size zaten pizza ve makarna alternatifleri sunacağı için aç kalmanız gibi bir durum söz konusu değil. Bunun dışında söylemeye gerek var mı tabi ki kıyı şeridi olduğu için balık ürünleri şahane. Ancak dışarıda Hard Rock dışında yemek yemediğim için ne yazık ki özel bir öneri de bulunamıyorum. 

Su konusunda hassas iseniz kapalı sularının da tadı biraz farklı olduğu için yanınıza su almanız sizi orada mutlu edebilir.

1. Gün ( Sina Çölü)

İlk günümüze otelin kumsalını keşfederek başlıyoruz. Bahsetmiş olduğum otellerin hepsi kendi özel kumsallarına sahip. Kaldığınız otelin sahilde olmasına dikkat edin çünkü sadece otelinizin kıyısında başınızı aşağı daldırdığınızda bile reefler ve rengarenk balıklarla küçük bir akvaryum görebiliyorsunuz.

Eğer bizim gibi tur ile gitmemişseniz otelinizde kurulmuş bir turizm acentası mutlaka vardır. Bu acentalar dalıştan, safariye, şehir turuna kadar her seçeneği size sunuyorlar.

Biraz güneşlendikten sonra Sina Çölü'nde Safari için 14.00 de otelden alınıyoruz. Yarım saatlik bir yol sonrasında ATV lerin bizi beklediği yere varıyor ve safariye çöle doğru ilerlemeye başlıyoruz.

Sina Dağı - Safari Turu
Safariye gelmeden bir şal, gözlük ve uzun kıyafetleriniz olmalı deseler de, gözünüze kum gelmemesi için gözlük haricinde farklı bir şeye ihtiyacınız yok.

Sina Çölü
Sina Çölü'nün ortasından kaybolmak, dinlenmek için dağın arkasında soluklanmak ve gün batımını burada izlemek harika bir deneyim. Transfer dahil bu turun ücreti 35$.



Sina Çölü - Günbatımı

2. Gün ( Tiran Adası )

Bugün Şarm scuba diving için dünyanın ilk sıralarında yer alıyor. Dünyanın dört bir yerinden bunun için gelenlerin yanı sıra dalış lisansınız olmasa bile size eşlik edecek inspector ile 10-12 metreye kadar scuba diving yapmanız mümkün. 


Scuba diving ve şnorkelling yapabileceğiniz iki ana bölgeden birisi Tiran Adası diğeri ise Ras Muhammed Ulusal Park. Dalış lisansımız olmadığı için Tiran'ın bize daha uygun olduğu rehberin sözüne güvenerek burayı tercih ediyoruz. Ada isminden yanlış düşünülmesin gidip gezeceğiniz bir kara parçası yok burada, Tiran bir deniz adası.

Turizm acentası sabah 07.00 de sizi otelinizden alarak botunuzun kalkacağı porta getiriyor. İlk dalış noktasına doğru ilerlerken inspector size üç temel dalış bilgisini anlatıyor. Dalış için hiç bir eşyaya ihtiyacınız yok zaten botun içinde bütün ekipmanlar bulunuyor.

Tiran Adası
                                       
Dalış hocamız asıl hazinenin derinlerde olduğunu söylüyor bize, bir sonrakine lisansımı alıp gelmek yapılacaklar listesine hemen yazılıyor. İsterseniz diğer duraklarda artı ücret ödeyerek yine dalış yapmanız mümkün, isterseniz şnorkelinizle rengarenk balıklarla yüzmeye devam edebilirsiniz.

Tiran Adası 
Toplam 6-7 saat bu turda dalışa, şnorkel yapamaya, yüzmeye ve güneşlenmeye bolca zamanınız var. Yemek ile herşeyin dahil olduğu bu turun fiyatı 50 $.


Tiran Adası- Anemon
3. Gün - (Ras Muhammed Milli Parkı) 
Ras Muhammed Süveyş ve Akabe Körfezi arasında yer alan bin bir türlü balıkları ve mercan resifleri ile tam anlamıyla bir yer altı cenneti. Asla ve asla kaçırılmaması gereken yer kesinlikle burası. Dalışa merakı olmayanları bile canlı bir akvaryumun içinde yüzme hissi yaratarak kendine aşık edeceği garanti.

Ras Muhammed Ulusal Park

Tiran'da scuba diving yaptığımız için Ras Muhammed'de şnorkel turuna katıldık.  Ras Muhammed'de şnorkelle ile karşılaştıklarımdan sonra Tiran da hayran kalınlar için hiç bir şey görmemişim dedirtiyor.
Burada şnorkel turu için ise iki seçeneceğiniz var; tekne ve karayolu. Karayolu ile giderseniz aynı zamanda Allah Kapısı denilen savaş zamanından kalma anıtı da görme fırsatınız oluyor.

Allah Kapısı
                                       

Ras Muhammed  turu için otelinizden alındıktan sonra önce wet suit, maske gibi ekipmaları kiralamak için bir yere uğruyorsunuz. Şnorkel yapılan iki noktada inspectorunuz size rehberlik ediyor. Onu takip etmeniz çok önemli çünkü geçilecek kayalık aralarını o biliyor, bazen bakmanız gereken yere sizi yönlendiriyor. Bir rehber olmadan şnorkel turunda yolunuzu bulmanız çok zor.


Ras Muhammed de iki sahilde şnorkel yapmak 2-3 saatinizi alıyor. Dönüş yolunda sizi tuz gölü benzeri bir yere götürüyorlar. Çölün ortasında masmavi bir su burası girmek isterseniz ise tam anlamı ile buz gibi.
Şehir

Halkın zaman geçirdiği yerler onlar için ilgi çekici olsa da sadece 35 yıllık geçmişi düşünüldüğünde bizi etkileyecek bir sey bulmanın pek mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Namaa Bay;  olarak geçen şehrin merkezinde bir çok cafe, restaurant bulmanız mümkün. Aynı zamanda bir çok tur acentasının yeri de burada. Ancak savaş sebebi ile burada ne bir  old town havası ne de tarihi bir kalıntı var.
Soho Square; Yemek ve alışveriş için bir çok seçenek bulabileceğiniz ikinci merkez ise Soho Square . Namaa Bay'e oranla çok şık ve düzenli olduğunu söylemek gerek.

Soho Square

Old Bazaar; Yerel halkın çokça takıldığı cafelerin olduğu bir diğer açık alışmerkezi ise burası. Starbucks Şarm'ı da es geçmemiş burada bir şube açmış.
Hollywod ; Havuz ışık şovları, jaws, jurasic park canlandırmalı oyuncakları ve gece ruslar tarafından dans şovu ile bir başka açık hava avm'si de burası. Hediyelik eşya için bir çok mağaza da bulabilirsiniz.
Gece Hayatı
Namaa Bay'de Space, Pascha ve Hard Rock gibi dünyaca ünlü clupları bulmak mümkün olsa da  Mısır'a gidip gece R&B müzik ile dans etmek isteyenler için alternatifler çok.
Farklı bir şey bulabilmek adına iki gece iki farklı tur satın alsak da sonuçta çok kötü kazıklandığımızı söylemek gerek  :) Belki siz de süper oryantal geceleri olduğunu düşünüyorsunuz ama yok.
Sehrin en favori oryantal mekanı Fantasia. Dışardan her ne kadar sarayı andırsa da içerisi yazlık sitelerdeki akşam etkinliklerinin yapıldığı yerlere benziyor. Gece 10-12 arasında başlayan Zenne şov ise hayalimizdeki "arabic night"olduğunu söylemek zor :)
Sharm El Seyh - Fantasia
Son gecemizde duyduğumuz ve gidemediğimiz yer ise Dolce Vita. Çölün ortasında bulunan bu gece clubü denemeye değer.


Her biten seyahat üzer ama Mısır'da geçen deniz, güneş dolu 3 gün sonrasında karlı İstanbul'a dönmek daha bir üzüyor insanı. Hiç bir zorluk yaşamadan, iki kız gittiğimiz bu seyahat için iyi ki diyorum korkacak kadar önyargılı insanlar olmadığımız, uzaktan görüp yorum yapmak yerine, yakından görme şansım olduğu için.. Bir daha ki yolcukta da böyle şanslı olmayı dileyerek Mısır'a görüşmek üzere diyoruz..













Read More

18 Ocak 2015 Pazar

CINQUE TERRE; HARİTADA NEREDE?

İtalyanın batı sahilinde Cenova ve La Speiza arasında yer alan Cinque Terre, bugün UNESCO miras listesinde rengarenk minicik bes köy. İtalyanca'da beş toprak anlamına gelen Cinque Terre sadece bu güzel mekanı temsilen konulan bir isim, o yüzden buraya gitmek isterseniz önce haritada bes köyün ismini bulmakla baslamak gerekiyor. Köyler Cenova tarafından La Speiza'ya dogru Monteresso, Vernezza, Corniglia, Manarola, Riomaggiore diye sıralanıyor.
 


Nasıl Giderim ?
Bu dünya harikası yere ulasmak için iki secenegimiz var;  birincisi Cenova üzerinden 1,5-2 saat süren bir tren yolculuğu ile dogrudan Monteresso'dan başlayabilir ya da Pisa üzerinden yine aynı şekilde Riomaggiore ile baslayarak batıya dogru ilerleyebilirsiniz. İstanbul'dan Cenova ve Pisa'ya arada güzel THY gidis-dönüs kampanyalı biletleri ve köylere en yakın ulasım merkezi oldugu için buralar öncelikli tercih. Yoksa elbette İtalya'nın her yerinden buraya trenle ulasmak mümkün :) Bunun için bilet adresi ise tabi ki Trenitalia. 

Neler Yapılır ?
Cinque Terre'yi yasayarak görmek için en az iki gün yeterli olsa da burada aslında daha çok zaman geçirebilirsiniz;
* Sahillerinde denize girebilir, dalıs yapabilirsiniz
Her köyün denize kıyısı olmadığı için eger burada uzun bir tatil düsünüyor, gelmisken hem gezerim hem yüzerim diyorsanız kalmak için dogru adres Monterosso olabilir

*Balıkcılıkları ile ünlü bes köyde deniz mahsülleri, yerli Cinque Terre sarapları ve tabiki makarna ve pizza ile harika yemekler yiyebilirsiniz
Yaz döneminde kalabalık olan bölgeye daha cok huzurlu bır kacıs icin mevsim dısında gidiyorsanız saat 2 ve 6 arasında siesta nedeni ile yemek yemek için hiçbir yer bulamayabilirsiniz, bu nedenle aç kalmamak için saatlerinizi bölgeye göre ayarlamanız tavsiye :)

* Köyler arasında trekking  yapabilirsiniz 
Bes köy arasında trekking yolları bulunuyor ise de bu yollar gitmis oldugunuz mevsime ve yıla göre kapalı olabiliyor. Tabi ki köyler arasında ulasım icin tren yolu da var ve tren ile köyler arasında yolculuk en fazla 5 dakika sürüyor, yani köyler birbirine çok yakın. Yine de meraklısı için trekking yol bilgileri iste burada;
         Monterosso - Vernezza 3.5 km - 1,5 saat
         Vernezza - Cornaglia 4 km -1.5, 2 saat
         Cornaglia - Manarola 3 km - 1 saat
         Manarola - Rimaggiore 1 km- 20 dakika

* Köylerin arka sokaklarında dolasabilir, birbirinden güzel fotograflar cekebilirsiniz

1. Monterosso
Cinque Terre yolculuğumuz Cenova'da kalarak basladıgı için ilk durak olarak Monterosso'yu seçtik. Burası bölgenin en büyük ve en uzun sahiline sahip olan köyü. Sezon dısında, bizim gibi Kasım ayında gelmisseniz ise fotoğrafta olduğu gibi plajda insan görmek biraz zor :)

Monterosso Sahil
Tren istasyonunundan çıkıp sola dogru bir sahil yürüsü yaparak köy meydanına ulasıyoruz. Konaklamak için booking.com dan kiraladıgımız evimiz meydanda ve cok guzel, wi-fi olmaması bizi biraz üzüyor ama olsun. Belki konaklamak için otel bulabilirsiniz ancak köylülerin yerli halkı evlerini kiralamayı sıkı bir iş haline getirmişler. Bu yüzden burada otel yerine o evlerden birinde kalmak, biraz daha local hissetmek güzel sey. 

Esyalarımızı bırakıp yemek icin hemen "Ristorante Belvedere" de buluyoruz kendimizi. Sahildeki restaurant duyduğumuza göre Vedat Milör'ün de gidip önerdigi yerlerden biriymis. Cenova bölgesinde olduğumuz için pesto çılgınlıgına giriyor, resturantın kendi yapımı makarnası ve pesto sosu ile  "trofie genovese" ve "pesto bruschetta" istiyoruz. Yanında yine ev yapımı sarap. Ne kadar taze ve lezzetli olduğunu söylemeye sanırım gerek yok  :)
Ristorante Belvedere
Köy içerisinde küçük bir tur atarak ara sokaklar içerisinde dolaşıyoruz, Bir cok local resturantın bulunduğu köyde ara sokaklar diger köylere oranla epey genis. Ev sahibimizden ögrendiğimize göre köy içerisinde bir çok ev yıllar içinde gördükleri hasar yüzünden restore edilmis, bu yüzden köylerin en modernize edilmisi yani sehirlesirken dogal halini kaybedeni burası. 

Köy icerisinde bir baska sevimli adres ise kahvaltılarımzı yaptıgımız "La Cantine Del Pescatore" . Burada hem bir çok atıstırmalık bulabilir, ünlü limon likorü olan limoncini, ev yapımı makarnaları, farnita denilen mısır unları ve makarna soslarını buradan satın alabilirsiniz. 
La Cantina Del Pescatore
2. Vernezza 
Monterosso'dan sonra bir baska sahil köyü olan Vernezza'ya gitmek için üzüm bagları ve deniz arasında kalan uzun bir merdiven ile trekkinge baslıyoruz. İki köyün arasındaki 3,5 km'lik yol genelde rahat devam etse de, arada sık merdivenleri ya da bir tarafı ucurum olan dar patikaları ile bize zevkli bir 1.5 saat yasatıyor. 

Asklarının sonsuza kadar sürmesi dilegiyle isimlerini yazarak asan sevgililerin kilitleri tepede manzarayı daha da güzellestiriyor.

Panorama manzarası, tas köprüsü, selalesi ve kücük kasaba evleri ile gecen trekking yolunun ardından karsınıza çıkan en güzel sey ise tabi ki Vernezza manzarası. Her zaman köyleri tepeden görmek icin en azından biraz uzaklasmak ve bu görüntüyü kacırmamak sart.
Vernezza
İki kişinin yan yana yürüyemediği bir patikadan inerek Vernezza meydana vardıgımızda solda "Gelateria Vernezza"yı görüyoruz. Burası dondurma için kesinlikle ugramanız gereken bir yer. O kadar begendik ki burayı, La Speiza'da tanıstıgımız bir İtalyan en iyi dondurmacı olarak bizi buranın baska bir subesine götürmeseydi yeniden ugramayı bile dusunmustuk. 
Vernezza
Vernezza genis bir meydandan sahile dogru acılan sag ve soldan ara merdivenlerle dar ara sokakların bulundugu daha küçük bir köy. Sahilden her iki yana doğru açılan rengarenk evleri ile en karakteristik köylerden ve benim de favorilerimden biri oluyor. Sahilinde bulunan sato tepeden manzarayı görmek için kullanılabileceği gibi, içinde "Belforte" isminde bir restaurant bulunduruyor. Eger yemek için duragınız bu köy ise gidilebilecek en iyi adres.

3. Corniglia
Cinque Terre'nin tam ortasındaki Corniglia diger köylerin aksine dağın tepesinde kurulmus. Buraya ulaşmak için trenden indikten sonra 377 tane basamagı asmanız gerekiyor. Sayısına bakıp korkmayın gayet kolay ve genis basamaklar oldugu için kolayca cıkıyorsunuz. Eger ugrasamam derseniz ise 5 dakika da bir kalkan shuttle servisi de sizi köye çıkarıyor :)
Helikopterle çekildigini düsündügümüz temsili bir Corniglia fotografı 

Uçurumlarla çevrili bu köy Cinque Terre'nin en kücügü. Merdivenlerin bittigi yerden 5 dakika da meydana ulasıyor diger 10 dakika da ise bütün köyü gezebiliyorsunuz. Meydanın sonuna vardıgımızda sonsuz bir deniz manzarası ile diger kucuk köyleri görebileceginiz bir terasa cıkıyorsunuz. Ancak o köylerde yasayanlar nasıl ulasıyor buralara hic bir fikrimiz yok.

Corniglia


Diğer köylere göre Gotik tarzda insa edilen sevimli bu kasabada fotograflar cektikten sonra sezon dısı olması nedeni ile köyün tek acık yeri "Caffe Matteo" da oturup espresso yanına küçük İtalyan kurabiyesi olan biscotti'lerimizi atıştırıp yolumuza devam ediyoruz. 

4. Manarola 

Manarola


Corniglia'dan trenle süren 2 dakikalık yolculuk sonrası Manarola'dayız. Trenden indikten sonra kısa bir tünel yürüyüşü ile meydana varıyoruz. Burası kayalıklar üzerindeki manzarası ile Cinque Terre'nin sembolu haline gelmiş en romantik köyü süphesiz. Evlerin balkonlarından sarkan çiçekler, küçük rampa sonunda denize çıkan balıkçı restaurantları ve kayalıkların üzerinde uzanan rengarenk evleri ile hepimize burayı "neden buraya arkadaşlarımla geldim" pismanlığı yasatıyor :) Eğer bir daha gelirsem kalacagım yer ve en sevdigim köy Manarola.

..ve sonunda fotograflardan aradıgımız yeri bulduk :)
"Manarola" 
Bir çok blog ve tripadvisorda deniz ürünleri ile övülen "Tirattoria dal Billy" yi sora sora tepedeki kilisesini geçtikten sonra merdivenler ine çıka köyün üst taraflarında buluyoruz ancak mevsim nedeni ile kapalı :( Biz de fotografta gördügünüz köprünün üstündeki "Marina Piccola" ya oturuyoruz. Risotto del mare yani deniz mahsüllü risottomuz sonrasında İtalyan mutfagına yeniden saygı ve sevgi duyarak kalkıyoruz restauranttan. 

Manarola her ne kadar sahili olmasa da dalıs için kullanılabilen ve denize girilebilen bir köy olarak geciyor. Burada bir baska dikkatimizi çeken sevimli sey ise tarlalara yerlestirmis oldukları beyaz sirin korkuluklar. Bu ayrıntı bile köye daha çok kanınızın ısınmasını sağlıyor. 
Manaro'la da tarlalar ve korkuluklar

5. Riomagiorre
Buraya gelmeden en cok merak ettigim seylerden biri de "Via D'amore" yani Asıklar Yolu olmustu, Hikaye'ye göre 1920'lerden önce bu köyler arasında tren yolu yapılmadan yani köylerden dıs dünyaya deniz haricinde ulasım yokken, köylüler "Manarola ve Riomagiorre" arasında bir yürüyüs yolu yaparlar, böylelikle iki köy arasında dostluklar olusmaya zamanla her iki köyden birbirini sevenler bu yolda bulasmaya baslar. Bu yüzden ismi asıklar yolu olarak kalır. Bugün ise bu ünlü yol iki yıldır kayalıkların yolu kapatmıs olması sebebi ile acık degil. Sadece kısa bir kısmını yürüyebiliyor ve yolun bir kısmından sonra tren yoluna doğru gecebiliyorsunuz. Ancak yol için çalısmalar devam ettigi için siz gittiğiniz de açılmıs olma ihtimali yüksek.

Via Dell Amore
8.yy zamanında zeytin ve asma yetistirmek için daha ılıman bir yer arayan köylülerin kurdugu bu köy uzun bir patika üzerinde kurulu tas evlerden oluşuyor. Butik hediye dükkanları ve marketlerin bulunduğu Riomaggiore neredeyse Monterosso kadar büyük ancak hala eski halini koruyarak size yeniden essiz manzaralar verebiliyor.

Riomagiorre
Yagmurlu bir zamana rastladıgımız için mevsim nedeni ile gece iyice sakinlesen köyü fazla yasayabilme sansımız olmadı ancak zamanımız arttıgı icin La Speiza'ya giderek aksamımızı orada gecirmeye karar verdik. Buraya kadar gelmisken bir sehir daha görelim derseniz trenle 10-15 dakikalık bir yolculuk sonrası La Speiza'yı da ziyaret edebilirsiniz. 
Read More

16 Kasım 2014 Pazar

Saint Tropez'e Hoşgeldiniz !


Saint Tropez - Old Port


Cote D'azur da Marsilya'dan sonra ikinci durağımız olan Saint Tropez, Bridget Bargot sofistikeliginden zamanla kendini burjuvazinin ellerine bırakmış eski bir balıkçı kasabası. Bridget Bargot'un "Ve Tanrı Kadını Yarattı" filmini çekmesinin ardından popülerleşmeye başlayan kasaba zamanla jet sosyetinin göz bebeği haline gelerek lüksün gösteriş için değil sıradan bir yaşam tarzı haline geldiği göz alıcı bir yer haline gelmiş.

Öncelikle söylemek gerekirse Saint Tropez popülerliğinden sonra Güney Fransa bölgesinde pahalılığıyla da en üst seviyede yer alıyor. Otelinden hediyelik eşyasına, ulaşımından beach clublarına kadar herşey gerçekten pahalı! Bu nedenle kesinlikle insanın kendine maddi olarak torpil gecmesi gerekiyor :)

 Marsilya ve Cannes arasında bulunan Saint Tropez'e ne yazık ki direk trenle ulaşım mümkün degil. İlk önce trenle Saint Raphael'e gitmek, oradan otobüs ile Saint Tropez'e geçmek gerekiyor. Otobüsler saatte bir tren istasyonun hemen arkasından kalkıyor. Saint Maxim'den sonra Sait Tropez'e yaklaştıkça burada tam bir İstanbul klasigi ile karşılaşıyorsunuz, trafik yüzünden 10 dk'lık yolu ancak 1 saatte gidebiliyorsunuz.


Bizim için tatile başlamadan önce trenle mi arabayla mı seyahat edeceğimiz epey ateşli tartışmalara konu oldu :) Her ne kadar araba diye ısrar etmiş olsam da sonuç olarak tren de karar kılarak ne kadar doğru bir tercih yapmış olduğumuzu kabul ettim. Fransa'nın resmi tren sitesi SCNF ile sahil seridi boyunca rahatça ulaşımı sağlayabilir böylece otopark ve yol tarifleri ile hiç uğraşmazsanız. Ama hala sadece Saint Tropez'e gitmek için ısarla araba diyorum çünkü aktarma yaparak yorulmak ve taksiye ferrye para vermek yerine bir araba ile olayı çözmek en rahatı.

Eger Saint Tropez'de kalmak istiyorsanız otel için yine güzel bir bütceyi gözden çıkarmanız gerekiyor. Merkez olmasa da yakınlarda kalayım ama biraz daha ucuz olsun diyorsanız bakacagınız yer Saint Maxime. Saint Maxime'den Saint Tropez'e otobüs, ferry veya taksi ile ulaşabiliyorsunuz. Otobüs 3 euro daha önce de söylediğim gibi trafik yüzünden 15 dk da sürebilir 1 saatte, porttan kalkan ferryler 15 dakika da bir var ve 11 euro, gece ulaşım içinse taksi tek seçenek ve 60-70 euro arasında degisiyor.

Biz booking.com dan Sainte Maxime de ayarladığımız otelimiz Hotel Les Palmiers den inanılmaz memnun kaldık. Sainte Maxime Port'a ve otobüs duraklarına 3 dk, tam merkezde temiz ve gayet uygun bu oteli bir daha gidersem başka bir yer hiç aramadan yine tercih ederim.

Hotel Les Palmires

Otelimize yerleştikten sonra ferry ile Saint Tropez'e doğru geçiyoruz. Herkes elinde bir fotograf makinesi denizde süzülen yatları çekmekle mesgulken bir anda bir uğultu oluyor, herkes aynı tarafa yöneliyor. Üzerinde helikopter ve havuzu ile devasa bir jet var karşımızda, bu dünya harikasına bakarken bir bakıyoruz Port'a ulaşmışız bile. 

Saint Tropez sahilinde ve de arka sokaklarında bir sürü cafe ve restaurant var. Bölge çok önceleri İtalyan hakimiyetinde olduğu için dar sokaklar ve panjurlu evler arasından denize çıkabiliyorsunuz. Burada herkes şık, herkes bakımlı. Sahil kasabası ama hiç kimse plaj terlikleri ile ya da bikini ile dolaşmıyor. 
Saint Tropez

 Arka sokakları dolaşırken Bridget Bargot ne şanslı kadınmış diye düşünüyorum. Hayatını burada sürdürmeyi geçtim, bir yerin sembolü haline gelmek, duvarlarda resminin olması, hediyelik eşya olarak kartpostallarının satılması, bir yere bu kadar iz bırakabilmek gurur verici olsa gerek.

Saint Tropez'de bir restaurant ve Bridget Bargot


Saint Tropez merkezini dolaştıktan sonra artık deniz ve günes kısmına geçmek için Port'a geri dönüyoruz. Gelirken gördüğümüz yat bu sefer limanda ve önünde inanılmaz bir kalabalık var. En turist halimizle kalabalığın yanında bitiyoruz ve görüyoruz ki Kim Kardishan gelmis :)

Buranın en duyulduk ismi Nikki Beach'e gitmek için yola koyuluyoruz. Nikki Beach için Port'tan taksiye binmeniz gerekiyor. Daha doğrusu herhangi beach'e gitmek için taksiye binmek sart. Taksiler içinse ilginç bir tarife var St. Tropez içersinde nereye giderseniz 25 euro ama üzülmeyin taksi olarak en kötü araba Vito'lar. Yolda taksiciyle konuşurken Nikki Beach'in sadece havuzdan oluştuğunu ve kumsalı olmadığını duyunca "Le Club 55" e gittik. Evet burada da deniz ve kumsal güzel olsa da yaş ortalaması epey yüksekti. Artık tercih size kalmış :)

St. Tropez de gece hayatı ise yine Beach Club'larda atıyor, burası dışında Saint Maxime'de gece hayatı yok denilebilecek kadar sakin. Gitmis oldugunuz güne göre Chris Brown, Snopp Dog gibi bir DJ'in gece cluplarından birinde olma ihtimali çok yüksek olduğu için herhangi bir yer ismi vermeden oraya gidince araştırın ve şansınız varsa kaçırmayın diyorum.




Read More

20 Ekim 2014 Pazartesi

Güney Fransa'nın Diğer Yüzü; Marsilya



Herkesin en çok gitmeyi istediği yerler vardır ya hep, benimkilerden birisi de Cote D'azur bölgesi, yani aynı zamanda French Riviera olarak geçen Güney Fransa'nın sahil şeridiydi.Bir hafta sürecek yolcuğumuza en batıda kalan Marsilya ile başlayarak sırayla St.Tropez, Cannes, Nice, Monaco, Monte Carlo ile devam ettik.

Güney Fransa'ya gitmek istiyorsanız Türkiye'den doğrudan uçuş yapan iki hat var. Bunlardan birisi Marsilya diğeri ise Nice. Nice'e olan hatlar sadece THY de olduğu için buradan seçeceğiniz bir uçak Marsilya'ya göre epey pahalı, bu yüzden çok güzel bir fiyata Pegasus'dan aldık biletlerimizi.

 Uçak saatimiz 22.55 olduğu için gece uçaktan inince şehre nasıl ulaşacağıımız konusunda epey endişeliydik ancak hiç de endişelenecek bir şey yokmuş. Marsilya havaalanı gündüz olan shuttle seferlerini gece uçuşlarına göre de düzenlemiş, bu nedenle gece inmiş olsanız da 8 euro karşılığı yaklaşık saatte bir şehir merkezine daha doğrusu Gare Station'a giden shuttle bulabiliyorsunuz. Eğer taksi ile gitmek isterseniz yine havaalanından çıkıp sağa döndüğünüzde taksi durağını görüyorsunuz. Buradaki telefondan taksi beklediğinizi söylerseniz taksiniz geliyor. Her ne kadar taksi bulmak zor olmasa da taksicinin yolu bulması nedense çok zor oldu, herhalde o da bizim gibi ilk defa gelmiş diye düşündük. Bizimki gibi gece şehir turu yaptıran taksicilere aman dikkat o nedenle.

Marsilya'da nerede kalmalı sorusunun yanıtı bence Port'a yani sahile veya metroya yakın herhangi bir yer olabilir. Zaten şehrin içerisinde yapılacak alternatifleriniz olmadığı için Port tarafında olması en mantıklı olanıdır.

Cours Juilen  
Photo by





İlk günümüze Marsilya'da uyandık ve otelimiz Cours Juilen bölgesine yakın olduğu için bu bölgeyi gezerek tatilimize başladık. Cours Juilen grafitilerle, her biri ayrı hayranlık uyandıran resimlerle dolu sokaklardan oluşan bir bölge. Sıra sıra göreceğiniz her sokak onlarca farklı temalarla süslenmiş kafelerle dolu. Biz sabah erken saatlerde buradan geçtiğimiz için bulunan kafeler kapalıydı. O yüzden hareketli yüzünü görmek için 5-6 gibi gelmek daha güzel olabilirdi. Yine de bu bölge bence Marsilya'nın en görülesi yeriydi.


Cours Juilen'den aşağı doğru indiğimiz zaman Marsilya'nın alışveriş caddesi olarak geçen La Canibiere'ye ulaşıyoruz. La Canibiere üzerinde pek de ilgi çekici mağazalar olduğunu söylemek zor ama cade 1 km olduğu için çok kısa bir süre de zaten bitiyor. Yolda tek ilgimizi çeken süslü püslü bir kurabiyeci oldu ama tattığımız bir kaç tanesi bize çok yağlı ve ağır geldiği için burdan hiç birşey almadan kendimizi dışarda bulduk. Yine de kutular sayesinde sunumlar başarılıydı. Burada denediğim kurabiyelerden sonra çok ünlü olarak geçen Novuttes Marseille'nın portakallı kurabiyelerin peşine de düşmedim açıkçası ama belki de çok güzeldir.

Bu arada insanlar her ne kadar Paris'den çok pis, sokakları kokuyor diyerek bahsetseler de hiç bir zaman buna katılmamama rağmen, Marsilya! Şehrin sokaklarında ciddi anlamda yoğun bir koku var ve ara sıra yerde hoş olmayan süprizlerle karşılaşabiliyorsunuz yürürken :)

La Canibiere bitiminde Vieux Port'a ulaşıyoruz ve deniz görmenin mutluluğu ile sahile yaklaştığımızda yine şehir gibi pis bir deniz görüyoruz. Bu kısımda Le Petit Train denilen ve şehri yavaş yavaş dolaştıran bir tramway bulunuyor ve kısa turu 7 euro. Bu tren aynı zamanda Notre Dame De La Katedrale kadar çıkıyor ve bir sonraki ile geri dönebiliyorsunuz. Biz daha çok yürümeyi sevenlerden olduğumuz için bu treni kullanmadık ancak hop-on hop-off bus ları sevenler için iyi bir alternatif olabilir.

Vieux Port Marsilya'nın kalbinin attığı yer. Sıra sıra kafeler ve restaurantlar içerisinde Akdeniz ve İtalyan mutfağından kişi başı 10 euro'dan ve 60 euro'ya fiyat  aralıklarında restaurant bulabilirsiniz. Bununla birlikte Marsilya lavanta ve sabunları ile ünlü olduğu için Port boyunca bu ikisinin envai çeşit örneğini satan yerler görebilirsiniz. Sabunlar gerçekten çok güzel kokuyorlar, lavanta ise Marsilya'nın sembolü haline gelmiş, hediyelik envai çeşit lavanta ürünü var. Lavanta ve sabunu ile ünlü olan bir şehrin bu kadar kötü kokması ise bir o kadar ironik. 
 
Catedral de la Major
                                                                

Sahil şeridi boyunca yürüyerek yolun sonuna geldiğimiz zaman sağa dönerek Le Panier yani Marsilya'nın Old Town bölgesine giriyoruz. Şehrin en büyük katedrali olan  adı üzerinde Catedral de la Major karşımıza çıkıyor. Katedral için herhangi bir ücret ödemenize gerek yok. İçeride küçük bir tur attıktan sonra kendimizi La Panier sokaklarında kaybediyoruz. Marsilya'nın Fransa'da oldugunu hatırlamamızı sağlayan çiçek sarkan, küçük merdivenli dar sokakları içerisinde dolaşıp dururken, çıkmaz bir sokakta resim sergisi ya da retro esyalarla süslenmiş kapılar bizi kendimize getiriyor.
 
Le Panier
                                                                          



Le Panier bölgesinden çıkıp yeniden porta geçiyoruz, yapılacaklar listesinde sırada Notre Dame De La Katedral var. Şehrin her köşesinden bir tepenin başında görülen katedral Marsilya'yı tepeden görmek için en güzel nokta. Buraya ulaşmak için Port'tan kalkan 66 numaralı otobüslere biniyor, yaklaşık 10 dakika sonra  katedrale varıyoruz. Burada görülen en ilginç şey Marsilya'nın planlamadan tamamiyle yoksun kaldığı. Evet tepeden şehri görmek güzel olsa da beton yığınından oluşan bu manzarının çok çok etkileyici olduğunu söylemek zor. Fotografı görüp bu mu değil diyebilirsiniz tabi :)

 
Otobusumüze inip porta indikten sonra öğleden sonrası için If Cheatu ya da  Plages Prado arasında seçim yapmamız gerekiyor. If Cheatu klasik söylemle her yerde duyacağınız gibi Monte Cristo Kontunda geçen hapishane olan ada. Ada'ya geçiş için Port'tan 15 euro'ya hem gidiş hem geliş yapan tekneler var. Ada'da hapishaneyi gezebilir, çevresinde takılabilirsiniz. Plages Prado ise sıra sıra plajlardan oluşan Milli Park. Aylardan Temmuz, havanın da 35 derece olması sebebiyle aklımızı deniz, kum, güneş üçlüsü cezbediyor ve Plages Prado bölgesine yola koyuluyoruz.

Aslında gelmeden önce ev ödevi olarak Marsilya'da denize girilebilecek yer konusunda Les Calanques isimli koyları buldum. Les Calanques dokuz adet koydan oluşuyor ve buraya yapılan geziler 3, 5, 9 koy arasında değişiyor ancak denize girmek için tur yapan tekneler Cassis denilen Marsilya kasabasından kalkıyor. Port'ta Les Calanques isimi görüp  heyecanlanıp 24 euroya biletlerimizi alıyoruz. Kıyafetlerimizin altında bikiniler, çantalarımızda havlular beklerken hiç kimsenin bizim gibi bi hali olmamasından şüphelenip yüzmek için teknenin durup durmadığını sorunca hayallerimiz yıkıldı. Bu teknelerin sadece gezi amaçlı olduğunu öğrenince hemen biletlerimizi iade edip Plages Prado yolunu aramaya başladık. Eğer Marsilya'da bir günden fazla kalacak olursanız mutlaka Cassis'e uğrayıp Les Calanques gezisi yapın. Fotograflarla iştahınızı kabartmak için buraya bi tık.

Plages Prado'ya gitmek için Port'tan otobüse atlayıp yarım saatlik yolun ardından kendimizi denize attık, sonrasında 3 euroluk harika şarabımız ve plastik bardaklarımız ile hiç bir turistin bulunmadığı, Marsilya halkıyla  güneşlendik. Deniz pis olmasına rağmen turistlikten çıkmak ve güneşin altına kendini bırakmak  yorucu günün keyif bölümüydü.

Akşam yemeği için Vieux Port'a döndüğümüzde Marsilya'nın ünlü Bouillabaisse çorbası için mekan arıyoruz. Bouillabaisse bir balık çorbası ancak bildiğiniz çorbalardan değil. İçerisinde balıkla birlikte Provence bölgesine ait bir çok otu içeren çorbanın sunumunda ilk önce sarımsaklı ekmek geliyor, sonra çorbanın suyunu içiyor, son olarak ise içerisinde bulunan deniz ürünlerini yiyorsunuz. En bilinen adres olarak Port üzerinde yer Le Miramar'da fiyatın 60 euro oldugunu görmek bizi buradan uzak tutuyor. Bouillabaisse pahalı bir yemek ancak Port üzerinde daha uygun yerler çok.

Marsilya'da yenilmesi gereken bir diğer şey ise Moules and Chips, yani midye ve patates kızartması. Moules midyelerin içine bir şey eklenmeden kaynatılarak masanıza geliyor. Yemek için Moules yemek olarak değil de atıştırmalık olarak diye düşünmüştüm o an ama belki de çok açtım :)

Marsilya ya gideceğim günden beri gece arka sokaklara girme denildiği için Port bölgesinden ayrılmıyoruz. Akşam takılmak için yine Port üzerindeki Le Crystal buraların en hareketli mekanı olarak dikkatimizi çekiyor. Bistro çevresinde takılan, müzikle eğlenen insanları burada bırakıyor çok geç olmadan otelimize dönüyoruz.

Marsilya Provence Bölgesi'nin ilk durağı olarak bizi hayran bırakmasa da hayal kırıklığı da yaratmıyor. Sadece iki saatlik mesafe sonrasında St. Tropez ile arada ki farkı görmek için bir kere uğranacak bir yer diyerek bu şehri bitiriyoruz.







Read More
Blogger tarafından desteklenmektedir.

Conncet With Us